Vahşet, vahşet üstüne…

ABD’de bir-iki valinin rektörlere baskı yaparak üniversitelerine asker-polis sokup, Filistin yanlısı, Netanyahu karşıtı, soykırımının durdurulması ve cezalandırılmasını isteyen öğrencilerin toplantı ve gösterilerini engellemesi neye yaradı? Gösteriler daha da arttı, daha önce öğrencilerin toplanmadığı üniversitelere de yayıldı. 

ABD Temsilciler Meclisi’nde, üniversitelerdeki Musevi öğrencileri korumak iddiasıyla kabul edilen (ABD anayasasının yürürlükte olduğu 246 yılda ilk kez) ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasa tasarısı neyi değiştirdi? Hiçbir şeyi. Tam tersine, ABD üniversitelerinde ve medyada “anti-semitizmin Yahudi düşmanlığı olmadığı ama İsrail’i pençesine alan Siyonist ideolojinin reddi anlamına geldiği” daha çok haykırılmaya başlandı. 

ABD ve AB, kendilerini zora sokacak şekilde İsrail’e yardım ve silah yağdırdı, sonra da soykırımı ortağı olarak Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) yargılanmaları ihtimali doğunca silah sevkiyatını “askıya aldıklarını” açıkladı. Ne etkisi oldu? İsrail, Gazze’deki son sözde güvenli bölgede katliama başladı. 

Ama bütün bunlar boşuna. UCM bugüne kadar hakkında dava açılan 52 kişiden 42’si hakkında tutuklama kararı aldı. Bunlardan 21’i Lahey’deki demir parmaklıkların arkasını gördü. Netanyahu, dahili ve harici suç ortakları tutuklanmayacaklarını, 34 bin 262 kişinin kanının yanlarına kalacağını sanıyorsa, çok aldanıyor. 6 milyon Yahudi’nin katlinden sorumlu Nazi subayı Adolf Eichmann, Almanya’nın düşmesi sırasında yakalanmış ancak 1945’te kaçmayı başarmıştı. O nasıl 15 yıl sonra yakalandıysa, Netanyahu ve Gazze Soykırımı’nda onunla suç ortağı olanlar da eninde-sonunda hesap verecekler. Başkan Biden, kabinesinin bazı üyeleri, Yahudi lobisinin oyunu ve parasını alma ümidiyle İsrail’e milyarlarca dolar ve tonlarca silah sağlayan siyasetçiler, belki bu eylemlerinin cezasını çekmeyecekler ama genç Amerikalıların vicdanında çoktan mahkum edildiler bile. 

Ancak bunun Gazze’de süren katliama, cinayetlere, çekilen açlığa son vermeye faydası var mı? Gazeteler, televizyonlar cinayetlerin ilk günlerinde kurbanların yüzlerini kapatıyorlardı. Her gün ajanslardan öyle sel gibi bebek cesetlerinin, kanlı kefenlerindeki yavrularına sarılmış annelerin fotoğrafları yağmaya başladı ki artık kimsenin eski tarz medya etiklerine ayıracak zamanı da ihtiyacı da kalmadı. Her gün bu vahşet tablolarını görmenin, okuyucuları, izleyicileri duygusuzlaştıracağı sanılıyordu. Öyle olmadı; herkes, dünyanın dört bir tarafında genç öğrencilerden, işçilere, köylülere kadar hepimiz, ilk günkü hassasiyetle, Netanyahu ve çetesinin cinayetleri karşısında titriyoruz. Dünya ülkelerinin çoğunda 1 Mayıs Emek Günü, Gazze kurbanlarını anma, ülkelerin liderlerini İsrail’i durdurmak için çaba gösterme çağırma toplantılarına dönüştü. 

İnsanlık bu vahşeti ve sorumlularını asla unutmayacak. İnsanlık, 7 Ekim’deki utanç verici zaafını ve güvenlik açığını görmeyip de, öldürülen kimi silah altında, kimi yedek asker “yerleşimci” işgalcilerden bütün Filistin halkını sorumlu tutan İsrail Cumhurbaşkanı İzak Herzog’u, tüm Gazze halkına karşı “kıyamet günü silahlarının” kullanılmasını isteyen İsrailli siyasetçileri çoktan mahkum etti bile. 

Bu vahşet o kadar büyük oldu ki, tepkinin, İsrail’in Müslüman ve Yahudi devleti olarak ikiye bölünmesiyle sonuçlanması beklenebilir. Netanyahu ve Siyonistler, kendi elleriyle İsrail’i yok etmiş olacak.